24 Ocak 2011 Pazartesi

Şampiyonluğu "Ne Kadar" İstiyoruz?

Cumartesi saat 16:00'da ikinci yarının ilk karşılaşmasına, Ankaragücü karşısına çıkacaktık kendi sahamızda Avni Aker'de. Takım ilk yarıyı son sezonların rekoruyla 42 puanla bitirmiş, son 15 sezondan sonra ilk defa şampiyonluk için bu kadar iddialı bir konuma gelmişti.

Bilet satımına Çarşamba günü 11:00'de başlandı, ve arkadaşıma bilet bulabilmek için çıkar çıkmaz gitmiştim Biletix'e... Öyle ya şampiyonluğa giden takımın taraftarı 20bin kişilik stada sığamazdı, biletler karaborsaya düşerdi, insanlar stadyumda izleyemeyecek olmanın burukluğuyla otururlardı evde veya kahvehanelerde televizyonun karşısına.. Ancak öyle olmadı. Sadece 40 liradan satışa çıkan Kapalı Tribün biletlerini geçtim, 25 TL'den satılan Maraton biletleri bile tükenmedi. Tamam, maçın saat 4'te, erken vakitte olmasının sebebi olabilir bunda ancak babam şampiyonluk yıllarını anlatırken bilet almak için geceden battaniyelerle gidip sıraya girenlerin olduğundan bahsederdi. Ki o zamanlar hem bilet almak hem de stada girmek gerçekten bir çileydi. Saatlerce süren kuyruklar vardı. Ancak şimdi maça 5 dakika kala gelindiğinde bile çok rahat stadyuma girebilecek ve gidip kendi koltuğuna oturabilecek bir ortam varken, 20bin kişilik stadyumda şampiyonluğa oynayan takımın stadında sadece 15,752 taraftar oluyordu... İstanbul BB maçı için Olimpiyat Stadı'nda 60bin olan taraftar başka takımın taraftarı mıydı?

Maça çok girmek istemiyorum. Golü attıktan sonra özellikle ikinci yarının başından itibaren oyunu rölantiye alma çabamız ters tepti ve kiralık gönderdiğimiz Gabric'in golüyle 2 puandan olduk. Golü kendi ağımızda görmemizin tek sebebi Gabric değildir ancak kendi kiralık verdiğimiz futbolcunun sözleşmesine neden "Trabzonspor'a karşı oynayamaz!" ibaresi konmaz? O futbolcunun kendi takımına karşı dahi olsa kendini göstermek adına iyi oynamaya çalışacağı düşünelemez miydi?

Maçtaki puan kaybı için yine bahane değildir bu ancak neden gündüz maçı oynuyoruz? Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gece maçı oynayacak diye biz gündüz maçı oynamak zorunda mıyız? Evimizde puan kaybettiğimiz 3 maçın 2'sinin gündüz maçı olması sadece bir tesadüf müdür? Veya 2 sezon önce şampiyonluktan kopmamıza vesile olan Konya, Denizli, Belediye maçlarının gündüz maçı olması?? Buna bir çare bulmalı yönetim ve maçları 7'ye almak için bütün kanalları kullanarak ciddi bir girişimde bulunulmalı...

Taraftara gelecek olursak... Gole kadar yine fena değildik ancak golden sonra gerçekten de 2 sezon öncesinin ruh haline bürünüverdik hepimiz. Kaçan gollerden sonra gelen homurdanmalar, Burak'ın kötü performans gösterdiği maçta oyundan çıkarken ıslıklanması (sanki takımın en skorer oyuncusu değilmiş gibi), başta Trabzonlu Gençler grubu olmak üzere taraftar gruplarının takıma destek olmak yerine bağırmayan Maraton taraftarına tepki koyup ortamı germesi... Bunlar gerçekten de şampiyonluğa oynayan takımın seyircisine yakışmayan hareketler. Ve de maç sonu... Puan kaybı yaşanılan maçtın ardından Ankaragücü taraftarına sevgi gösterisi yapan Trabzonlu Gençler'in amacı neydi, anlayamamış olanlardanım. Nedir bu Ankaragücü sevdası? Kimle kardeş kulüp oldukları unutuluyor mu onlarla "kardeş" olmaya çalışılırken? Tamam, kavgaya dövüşe karşıyım, küfüre de karşıyım ancak "normal" olamaz mıyız? Ankaragücü taraftarı ile girilen bu sevgi gösterisine diğer bütün tribünler ıslıklarla tepki koydu, ve Trabzonlu Gençler'in buna daha beter bir tepki koyması gerçekten de hiçbir şekilde anlaşılır değildi... Korkarım ki bu gruplar ve tribünler arası oluşan hoşnutsuzluk önümüzdeki lig maçlarına yine su yüzüne çıkacaktır. Belki de Mustafa Denizli'nin dediği gibi birşey yapıp Trabzonspor'un içsaha maçlarını Trabzon dışında bir yerde oynaması gerekiyor.....

Taraftarın bu çirkin görüntüsünün yanında, hatta belki de taraftarın bu tepkileri koymasının bir sebebi var ki o da takımdaki bazı futbolcuların lakayıt tavırları. Son 17 maça girdiğimiz periyotta artık her maçın bir final havasına geçmesi gerekirken, başta Jaja ve Burak olmak üzere oyuncularımız üzerine bir rehavet, bir boşvermişlik var. Ve aslında taraftarın ıslıkladığı kaçan pozisyonlar veya uçan 2 puan değil ancak takımdaki bu ruh hali.. Aynı taraftar 0-0 biten Eskişehir maçının ardından takımı çok güçlü bir şekilde alkışlamıştı çünkü.. Şenol Hoca'nın ne yapıp edip takımı bu havadan sıyırması gerekmektedir. Bir de Brozek kardeşlerin kadroda dahi olamamasının sebebi hikmetini merak etmiyor değilim. Eğer bu oyuncular takıma bir katkı veremeyeceklerse neden transfer edildiler? Devre arası yapılan transferdeki amaç; takıma direkt katkı yapabilecek oyuncuların takıma kazandırılması değildir de nedir?

Herşeye rağmen bir haftayı daha geride bıraktık ve Bursaspor'un da puan kaynıyla 2. ile olan puan farkını korumaktayız. Haftaya, şerefsiz İstanbul basınının da haftalardır gerilimi yükseltmeye çalıştığı, ligin finali olarak göstermeye çalıştığı bir maça çıkacağız. İnşallah hepsi o enkazın altında kalır Pazar gecesi. Ama şunu da unutmamak gerekir ki ne o maçı alırsak şampiyonluğu ilan edeceğiz, ne de kaybedersek lige havlu atacağız. O maç bizim için değil, ancak ve ancak Fenerbahçe için bir final maçı olacaktır. Onlar için de aslında bir Tamam mı Devam mı maçı olacaktır. Unutmayalım ki o maçı kaybetsek dahi arada hala 4 puanlık bir fark olacak son 15 haftaya girerken....

Haftaya biz de; ben, Orhan, Ünsal ve Mehmetcan, inşallah takımımızı yalnız bırakmamak adına o büyük maçta Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda olacağız. Umarım kutsal topraklara zaferle döneriz!

Kaldı 16!

13 Ocak 2011 Perşembe

Vira Bismillah!


Bir yol hikayesi bu...

26 senedir yazılıp yazılıp çöpe atılan şiirler misali bir türlü kafiye tutturulup tamamlanamayan...
Her seferinde "bu sefer bitti" denilip her seferinde yarım kalan bir yol hikayesi.
Uzun ve soğuk geçen bir kışın arkasından "geldi çatti yazbaşi" denilerek,
"Gideyirum yaylaya, yaylayi yaylamaya" ile başlayan ama hareketlenmesi gereken yerde bir türlü hareketlenmeyen bir yol havası bu;
"Anam beni vay beni" diye biten, bitirilen...
Her seferinde, her vilayette ve dahi dünyanın dört bucağında, yedi düvelde alınan bir horon vaziyeti bu;
"Alaşağı" komutu geç verilen, "şimula"sı, "dik oyna"sı, "hayde hayde"si duyulmayan, bir türlü senkron tutmayıp, erken dağılan bir horon...

Bir sevdalık hikayesi bu...
"Trabzon üstü Maçka, bizum sevduğumuz başka, yaprak gibi sararduk, tutulali bu aşka" misali...
Ama "Sevdaluk ede ede, yandi yürekler yandi, daha dayanamazuk, can boğaza dayandi" deyip koyulduk gene yola.
Öyle ya serde "deli horonu" oynamışlık var. Yaylayı, zirveyi görmüş uşakları oyalar mı ovalar?
"Gidelum değirmene öğütelum unlari, güneşe çevirelum şu karanluk günleri" dedik, yine yeniden.
Kimileri "sizden geçti sevdaluk" dediyse de aldırmadık.
Hem "Yağarsa yağmur yağar, biz zaten islanmişuk"...
"Gideyiruk uşaklar İstanbul seferine, Allah bizi gayirsun tez varalım menzile"
diye başladığımız 27. göçte menzili yarıladık şimdi.

Ey bu zor coğrafyanın çocukları:
Ardanuçlu Halil, Hopalı Musa, Hemşinli İsmail, Keşaplı Bahattin, Ordulu Cafer,
Çaykaralı İrfan, Sürmeneli Ahmet, Tonyalı İsa, Torullu Kamil...
Ve ey bu zor coğrafyanın zor çocuklarına yoldaş olanlar, renkdaş olanlar:
Antalyalı Murat, Mersinli Muhammed, Kütahyalı Ozan, Urfalı Hüseyin, Diyarıbekirli Yılmaz...
Demem o ki; Şimdi yolun kalanı için destur vaktidir.
Başladığı gibi; Akçaabat horonu kadar senkronize, kolbastı kadar coşkulu olma vaktidir.
Dursun Kaptan kadar dikkatli olma vaktidir.
Hem bunca seneden sonra bir şampiyonluk kesmez bizi...
Batıya mümkün olduğu kadar Batıya gitme vaktidir.
Sefer bizden, Zafer Allah'tan...

Vira Bismillah...

/Erdal Hoş