17 Nisan 2011 Pazar

Ülkemizdeki Kadın-Erkek Eşitliği Üzerine..

Batı'da özellikle 19. yy sonlarında seslendirilmeye başlanan kadın-erkek eşitsizliği ve sonrasında gelen feminizmin ülkemize ne zaman etkimeye çalıştığı hakkında pek bir bilgim yok ancak 20. yy'ın ilk zamanlarında Halide Edip'i İzmir işgaline karşı toplanan kalabalığa konuşma yaparken buluyoruz. Baştan dibe erkek etkin bir toplumda bundan yaklaşık bir asır önce kalabalık karşısına çıkıp konuşmak muazzam birşey olsa gerek. Cumhuriyetin ilanından hemen birkaç yıl sonra Türk Kadınlar Birliği'nin kurulduğunu biliyoruz ve hemen sonrasından gelen belki de en faydalı cumhuriyet devrimleriyle kadınlara gelen seçme hakkı. 30'lu yıllarda ise günümüzdeki halini alacak hem seçme hem de seçilme hakkı verildi. O zamanlar pek bir etkin olan ve hatta uluslararası bir toplantı dahi düzenleyebilen Türk Kadınlar Birliği, bu hakkın alınmasıyla birlikte misyonunun tamamlandığı sebebiyle kapanmıştır. Devlet hükmüyle kapanmamıştır belki ancak yüksek söylentiye göre o dönem rejiminin muhalefete olan tahammülsüzlüğü üzerine kapatılmaya zorlanmıştır.

O dönemden bu yana, kadın-erkek eşitsizliği iyi yönde düzelmeye devam edegelmiştir şüphesiz. İlerleme her zaman ileriye doğru olmuştur ancak bugün, geçmişten bağımsız olarak ülkemizdeki kadın-erkek eşitliğine baktığımızda vahim sonuçlar görmekteyiz.Henüz yaklaşık 1.5 ay önce gerçekleşen Dünya Kadınlar Günü'ndeki iki açıklamayı görelim. Birincisi AKP Ünye Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci'den: "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ya satılıktır ya da kiralıktır...". Diğeri ise KOBİDER Genel Başkanı Nurettin Özgenç'ten: "...Eşitlik safsatasını savunanların realitede bunun böyle olmadığını kendileri de bilmekteler... Bu konuda bariz örnek vermek gerekirse; kadın erkek aynı lokantada, aynı çatal bıçakla yemek yerken neden ayrı tuvaletleri kullanırlar... ....Fiş prize eşit değildir... ...Feminist düşünceye sahip olanlar eşit yapacağız diye sokakları döktükleri bazı kadınları erkek yapamadılar fakat kadınlığından da çıkarmışlar ve maskaraya çevirmişler. Bazı kadınlar, bu gayretle kartala özenen papağan durumuna düşmüşlerdir."

Evet, yukarıda 2011 Türkiye'sinde şöyle ya da böyle makam sahibi iki herifin kadınlar hakkındaki iğrenç ötesi açıklamalarını gördük. Birincisi kadın-erkek eşitliğinden öte başörtüsü kullanmayan kadınları direkt olarak "kötü niyetli" kadınlar olarak etiketleyebilmiştir. İkincisi ise iğrenç bir cinselliği işin içine katarak, erkeği yüceltip kartal yapan kadını ise ona yetişmeye çalışma yolunda papağana dönüşen bir mahluk olarak nitelemektedir. Bunları söylerken de büyük ihtimalle pişkin bir gülümseme takınmış, kendiyle gurur duymuştur o eşsiz sözcükleri seçebildiği için. Çünkü onları anlatırken ona şakşak tutan adamlar çevirilidir etrafında. Hatta belki de kadınlar?

Bana göre, kadınlar kadın-erkek eşitliğinin önünde duran en büyük engellerdir. Kim ne derse desin o kadınlar erkek çocuğu daha bir bağırlarına basıp, kız evlatlarıyla bir eşitsizlik oluştururlar. Bunda bey tarafından bir erkek çocuk beklentisinin yaptığı etki de vardır elbette ancak bir kadının, bir annenin küçük bir kızken muhtemelen kendisinin de geçirdiği bir kardeşler arası eşitsizlik ve horgörülmeyi nasıl kendi kız evladına da gösterebildiği düşündürücüdür. Büyük ihtimalle onun kızı da, bir aydınlanmadan geçemediği sürece, kendi kız evladına da aynısını yapacaktır. Kız çocuğun aileye sıkıntı, erkek evladın ise rahatlık getireceği düşünülür. İlk çocuk eğer kız olmuşsa, hemen bir tane daha denenir. Yine mi olmadı, hadi bir kez daha. Erkeği bulana kadar vazgeçmeyecektirler. Benim ilkokul öğretmenimin birbirinden güzel 5 kızı vardı ancak bana göre tamamen erkeği bulmak adına giriştiği mücadeleyi 6. da kız olarak gelince bıraktı. Bazıları kız evladın "namus" olduğunu ve onu koruma sorumluluğunun aileye bir yük olduğu söyleyebilir. Ancak burda da büyük bir ikiyüzlülük söz konusudur. Şöyle ki, o ailenin erkek çocuğunun bir kız arkadaşı, bir sevgilisi olduğu aile tarafından gururla karşılanır. Ancak kızlarının bir erkekle yan yana yürümesi bile namusa bir leke olarak görünüp kulak çekilmesinden katline kadar giden cezalardan birini gerektirir. Burdaki ikiyüzlülük şudur ki, kendi erkek evlatlarının bir kız arkadaşı olmasıyla ve belki de kızla ilgili maceralarını büyük bir ilgi ve gururla dinliyorlarken o kızın da bir ailesi, ailesinin de bir namusu olduğunu unutuyorlar mu? Kendi değer yargılarında bile tutarsız oluyor, aman bizim kızımız değil ya bize ne anlayışına bürünülüyor. Bir genç erkekle bir genç kızın el ele tutuşması yasaksa eğer bu neden sadece tek tarafı endişeye sevketmektedir?

Geçenlerde bir haber vardı. 13 yaşındaki bir kız çocuğuna bilmem kaç kişi tecavüz etmiş. Tecavüz kendi başına zaten insanlık dışı iğrenç bir olayken, 13 yaşındaki bir çocuğa, birçok kişi tarafından, defalarca... O olaya karışmış ve yakalanmış kişilere müebbet hapis bekliyorken ve kız için, için için üzülüyorken edindiğimiz haberler insanlık karasıydı! Erkeklere, pardon hayvanlara verilecek cezanın mümkün olduğunca düşürülmesi için kızcağazı Adli Tıp'larda süründürüp psikolojisi bozulmadı raporu almaya çalışanlar, mahkeme salonunda bu hayvanları savunmaya çalışanlar... Sonuçta, erkekler bu insanlık dışı olaydan sonra cüzi sayılabilecek cezalarla ayrılıyordu! İşte bu erkek endeksli zihniyet kendini kadın üzerinde her zaman her yerde üstün yapabiliyordu.

Ülkemizde güzel örneklerin olduğu da söylenir, mesela ilk kadın başbakanımız Tansu Çiller. Amerika'da siyah bir liderin seçilmesi kadar büyük bir olaydır ülkemiz için. Ancak Obama ne kadar "siyah"sa, Tansu da o kadar "kadın"dı fikrimce. Çünkü Tansu Çiller için defalarca "Erkek gibi kadın ulan!" dendiğini duymuşumdur. Halide Edip de öyleydi. Erkek gibi kadındı! Kadınlığından sıyrılmış, erkek olmaya çalışan ancak çoğu papağanlaşan kadınlar içerisinden bir başarı hikayesiydi! Çünkü erkek gibi kadın çok övünülesi birşeydi kadın için! Erkek sözüydü geçerli olan, "Söz mü? Erkek Sözü.." herşeyin bittiği noktaydı... Onun için başarılı kadınlarımızın bile tam olarak kadın oldukları söylenemez maalesef...

Benim kadın-erkek eşitliği hakkındaki görüşüm, ne mecliste kotaların işlediği ne de kadını erkeğe eşitlemek için erkeği aşağılamak üzerine kurulu. Ben olayın ailede başladığını düşünüyorum. Bu sorun pozitif ayrımcılıklarla değil, çoğu problem için geçerli olduğu gibi ancak ve ancak aile vasıtasıyla çözülür. Aileler, erkek ve kız çocuklarına eşit mesafede kalabilir ve namus denilen töre denilen kavramın dozajını düşürüp, hiç değilse bu dozajı erkek ve kız çocuklarına eşit şekilde uygularlarsa bu sorunun çözülebileceğine inanıyorum. Bazılarının aksine kadın-erkek eşitliğinin mecliste %50 kadın milletvekili sayısıyla değil, toplumsal bir anlaşmayla var olabileceğini savunuyorum.

Neyse bu karanlık konuyu Bozbaykuşların 8 Mart'ta açtıkları eğlenceli pankartla bitirelim :)


4 Nisan 2011 Pazartesi

7 için 7'de 7!



Dikkat ettim de Ankaragücü maçından itibaren yazmıyormuşum buraya. Oysaki Ankaragücü maçının ardından hala 7 puan önündeydik Fenerbahçe'nin, ve hala liderdik. Ancak keyfimiz kaçmıştı bir kere! Evimizde, özellikle Fenerbahçe maçı öncesindeki o maçta puan kaybetmemeliydik.. Ama oldu bir kere, hatta arkasına Fenerbahçe'ye de kaybettik. Gittik üzerine içerde Antalya ile de berabere kaldık! Sivas'ta 85'te, Manisa'da 87'de kazandık, geldik Kayseri'yle 3-3 kaldık... Ve hiç ama hiç puan kaybetmeyen Fenerbahçe, İnönü'den Ferrari'nin intiharıyla TT Arena'dan ise ne olduğu bile anlaşılmaz bir şekilde yine kayıpsız çıkmayı başardı. Biz de bu periyotta tek farklı galibiyetlerle devam ettik yolumuza. Biz kaybetmiyorduk artık, hatta 88'de, 90+1'de kazanıyorduk, Kasımpaşa ve Konya'yı ancak tek farkla geçiyorduk, hala zirveyi paylaşıyorduk ancak Fenerbahçe kaybetmiyordu! 10'da 10 dile kolaydı ilk yarıda 18 puan kaybeden bir takım için! Bizim kaybettiğimiz 9 puan normaldi belki ancak onların ikinci yarıdaki 9 maçta aldıkları 27 puan?




İşler sadece puan olarak kızışmamıştı aslında. Savaş yeşil sahaların da dışına genişletilip, basın da alet edilmeye başlanmıştı bu mücadeleye. Hürriyet, Vatan, Star gibi gazateler Fenerbahçe basını hüviyetine bürünmüş, spor yazarları, yorumcular sanki bir yerden talimat almışlarcasına Fenerbahçe lehine ve Trabzonspor aleyhine propagandaya başlamışlardı. Yıpratma savaşına girmişlerdi Trabzon'um ve diğer takımların üzerine.. Gençlerbirliği futbolcuları Fenerbahçe maçı ardından "Trabzon için oynadık", Burak Yılmaz aynı Gençlerbirliği futbolcuları için "Satılmış Köpekler" demişmiş... Ve en sonuncusu da dün akşam Bursaspor taraftarı Kadıköy'de "Şampiyon Trabzon!" diye bağırmış. Bu Bursaspor Trabzon karşısında acaba bu kadar istekli oynayacak mıymış?




Evet, dün akşam Fenerbahçe "nihayet" puan kaybetti. Bu vesileyle de Trabzonspor yeniden hakettiği liderlik koltuğuna oturmuş oldu sadece 7 hafta kala. "7 hafta kala 7. Şampiyonluk için 7'de 7" oldu artık sloganımız. Takımımız ikinci yarıda ilk yarının çok uzağında bir futbol sergiliyor ancak, ikinci yarının bu önemli kırılma noktasına Fenerbahçe'nin uğradığı bu puan kaybı bizleri nasıl gaza getirmişse futbolcularımızı, bütün camiayı da bu şekilde gaza getireceğini düşünüyorum. Aynı zamanda bu, Fenerbahçe için de bir moral çöküntüsü olacaktır şüphesiz.



Evet, artık bir elin parmaklarından biraz fazla maçımız kaldı. Galatasaray, Bursa, Eskişehir, Antep, Buca, İbb ve Karabük. ama öncelikle Galatasaray! Ne kendimizi ne de takımı strese sokmadan maçlara tek tek bakarak yürümeliyiz artık 7'ye. Hem Fenerbahçe'nin de mutlaka kaybedeceği puanlar var ve bizden önce kaybetmeye devam ettiği sürece biz 7'ye biraz daha biraz daha sıkı sarılmaya başlayacağız! Bu haftasonu özellikle Eskişehir-Fenerbahçe maçından aşırı umutluyum. Galatasaray galibiyetimizle birlikte 4-5 puana çıkacak olan fark bizi son düzlüğe birkaç boy önde taşır...

Kaldı 7!