30 Kasım 2010 Salı

İstanbul'daki Lokantalarla Olan İlginç İlişkim ve Bahşiş


Yemek yemeyi çok seviyorum.. Kim sevmez ki! Ama benim durumum biraz farklı olabilir.. Çünkü berbat bir şekilde yapılmadığı sürece her türlü yemeği yiyebilirim, yemek seçmem. Ve tıka basa doyduğumu hissetsem bile yarım saat sonrasında başka birşey yiyebilirim, yemeye birşeyler ararım.. Buna rağmen liseden bu yana 80-85 kg aralığından da çıkmadım.. Babam bu tempoyla devam ettiğim takdirde 30uma yaklaşırken 120 kiloları göreceğimi söylüyor, ama bakalım!

Neyse, burda yemekle aramın ne kadar iyi olduğundan çok lokantalarla olan enteresan ilişkimi anlatmak istiyorum. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlarda kuzenimle Gültepe'de kalırken, o mesaiden dolayı yemek yapamadığı ben de hala bile yemek yapmayı bilmediğimden dışarda yiyordum. Rizeli bir esnaf lokantası vardı ve çoğunlukla yediğim yer de orası olurdu. Günde iki defa gidiyordum oraya ve zamanla lokanta sahibi tarafından ikramlar görmeye başladım; yemek sonrası sütlaç, yemek sırasında içecek gibi... Sonrasında daha da bir abartarak içtiğim çorbalardan ücret almamaya başladı. Bu durum o zaman beni biraz rahatsız ediyordu hatta çorba içmiyordum bilerek ama bu sefer de yediğim yemeklerden az para alıyordu... Bütün bu olanları ama bir yandan da benim de Karadenizli olmama bağlıyordum.. Ta ki kuzenimle Sefaköy'e taşınana kadar.

Yakında bir alışveriş merkezi vardı ve yemeğe oraya gidiyordum her gün. Önümde baya bir seçenek de oluyordu yemek için. Zaman zaman fast-food tercih ettiğim de oluyordu ama genellikle ev yemeği yemek için "Kayseri Mutfağı" diye bir yerde oturuyordum. Gültepe'deki gibi esnaf lokantası değildi, sahibi de (en azından orayı işleten kişi) Karadenizli değildi ama henüz ikinci defa gidişimde belki de yemek aşkımdan etkilendiğindendir %15 indirim yapıverdi ve bundan sonraki her gelişimde %15 indirimim olduğunu söyledi(!)... Benden bağımsız olarak bazen orda yiyen kuzenimle birgün beraber gittiğimizde indirim yapıldığını görünce şaşırmış ve aslında bu lokantalarla yaşadığım ilginç ilişkiye dikkat çeken ilk kişi olmuştu.

Bu yıl Üsküdar'dayım. Haftanın ortalama üç gününde evde yemek oluyor ama geri kalan günlerde yine dışarda yemek durumunda oluyorum. Kebapçılar var ancak "Kanaat Lokantası" dışında güzel ev yemeği yapan bir yere henüz rastlamadım, orda düzenli yemek de bütçemin pek karşılayabileceği birşey değil. Ondan dolayı çoğunlukla fast-food tercih etmek zorunda kalıyorum. Bunda da "McDonalds" ve "Burger King" dışında bir seçeneğim yok, hatta iğrenç ötesi McDonalds tecrübemden sonra elimde sadece Burger King kaldı. Konunun dışına çıktık gibi biraz ama yemek yerleriyle aramdaki ilginç ilişkinin tavan yaptığı yer oldu Burger King!. Geçen gün aldığım hayvani menüden sonra ekstra sos isteyip parasını da uzatınca, kasiyer çocuk gülerek "İstemez ya.."deyip sosu tepsime koyunca, her ne kadar 25 kuruşluk bir etki yapsa da, Gültepe ve Sefaköy tecrübelerimin üzerine "Oha!" dedim içimden, ve bu olaydan sonra artık, bu gariplikleri yazmaya karar verdim..


Gelgelelim bahşiş mevzusuna... Genelde çıkarken bahşiş bırakılacak yerlerde yemiyorum ancak bazen rastgeliyorum. Belki bahşiş veresim de gelmiyor ancak atıyorum 19 TL tutan bir hesap için 1TL'yi bırakabiliyorum. Ama neden?

Garson bana iyi bir şekilde hizmet ettiği için neden bahşişi hakediyormuş? Garsonluk zaten bu hizmeti sunmak için değil mi? ve zaten bu hizmeti için çalıştığı yerden ücretini almıyor mu? Bir manava, bakkala, kırtasiyeciye, veya herhangi başka bir yere bahşiş vermiyorken sadece ve sadece yemek yediğimiz yerlerde bahşiş vermemiz ve bunu bize yemeği hazırlayana bile değil de tek yaptığı siparişimizi almak ve onu masamıza taşımak olan garsona vermemiz bana çok saçma geliyor.

Bahşiş meselesi bazı ülkelerde daha sıkıcı bir halde, %5 ila %20 oranında zorunlu bahşiş beklenen ülkeler varmış...

4 yorum:

  1. uğraşıp yazdığım yorumun en sonunda hata vermeyip yayınlanmasından duyduğum mutlulukla, hızımı alamayıp hemen yeni bir yorum yapasım geldi :)

    ne ballısın sen ya!!!
    bahşiş meselesini hiç senin gibi düşünmemiştim, haklısın, kimse babama bahşiş vermiyor, esnafta kendisi :)

    ''''Yemek yemeyi çok seviyorum.. Kim sevmez ki! Ama benim durumum biraz farklı olabilir.. Çünkü berbat bir şekilde yapılmadığı sürece her türlü yemeği yiyebilirim, yemek seçmem. Ve tıka basa doyduğumu hissetsem bile yarım saat sonrasında başka birşey yiyebilirim, yemeye birşeyler ararım.'''
    beni mi anlattın burda, üstüme alındım da :)

    YanıtlaSil
  2. Evet, hatta şu an yeni bir yere gidiyorum, bir gün onu da yazarım. Onunla da arayı çok güzel kurdum :)

    Bir de şu yemekle ilgili düşüncemin bir kızınkiyle aynı olabileceğini hiç düşünmemiştim. "yaşasın yemek yemek!" demek istiyorum. :)

    YanıtlaSil
  3. sana bi aile sırrımızı vereyim(hı hı sır, sır ne arar la blogda)... benim ailem de erkek-kadın herkesin yemek hakkındaki düşünceleri bu şekil.. abimi bilirim asla doydum demez :)

    benim de diyesim geldi...yaşasın yemek yemek.. dondurma, çikileta, jips falan onlar içinde geçerli :)

    YanıtlaSil
  4. Onlar olmazsa olmaz zaten :) Benim de "doydum" dediğim zamanlar pek nadirdir. Annemin zaten zamanının çoğu ben ve babama yemek hazırlamakla geçer, Allah'tan başka kardeşim yok :P

    YanıtlaSil